Viyana, masalsı bir şehir. Bu şehir sizi bir masalın parçası olmaya davet ediyor. Davetiyenin mimarı ise Gustav Klimt.
( Gustav Kilmt )
Binlerce sanat eserinin, yüzlerce müze ve konser salonunun bulunduğu bu şehre Klimt’in davetlisi olarak gittim.
“Der Kuss” “The Kiss” dilimizdeki adıyla “ Öpücük” eseri binlerce sanat eserinin arasında neredeyse bir sembole ve slogana dönüşmüş.
“Come for a Kiss” Viyana’nın sloganı.
Bende uçaktan iner inmez, tablonun bulunduğu Belvedere Sarayı’nda soluğu aldım.
Sarayın Upper Belvedere kısmında yer alan tabloyu görmek için sabırsızlanıyorken, binlerce turisti sırada gördüm. Alelacele müze biletini netten aldım. Siz siz olun biletinizi online olarak alın.
Adresi mi? https://www.belvedere.at/en/tickets
İşte şimdi Klimt’le buluşmam için bir engel kalmamıştı.
Dünya gözüyle, “Der Kuss”un karşısındaydım. Önünde meraklı Japon ya da Çinli turist kafileleri yoktu. Bir “Öpücük” mesafesindeydim. Uzun uzun seyre daldım. Anlamaya, kavramaya çalıştım bu nadide eseri.
( Der Kuss - The Kiss )
Bir reprodüksüyonu evimde olan bu tablonun ne ifade ettiğini İş Bankası Yayınları’ndan çıkan “Klimt” isimli eserden okumuştum.
1907-1908 yıllarında yaptığı “Der Kuss” Klimt’in ününe ün kattı.
Gerçeküstü ve tutkulu bir aşkın çiçek bahçesinden doğup yıldızlara ulaşmasının hikayesini anlatan eserde, erkeğin kadına olan tutkusu, kadının başında bulunan çiçekler hümanizmi ve sevgiyi resmediyor. Altınlarla bezeli çevre ise topraktan doğan saf sevgiyi ve sevginin yıldızlara ulaşmasını, sonsuzluğunu simgeliyor.
Klimt’in başını çektiği, Aegon Schile, Koloman Moser, Oskar Kokoscka gibi döneminin ressamların etkileyen “Seccession” akımı, sanattan mimariye başta Viyana olmak üzere tüm Avrupa’da etkisini gösteriyor.
( Oscar Kokoscka - Self Portrait )
Müzeler şehri Viyana’da ikinci durağım ise Müzeler Bölgesi’ndeki Leopold Müzesi. Klimt’in “Death & Life” “Ölüm ve Yaşam” eseri de burada sergileniyor. Başdöndürücü bir sanat şehrinde, nereye kafanızı uzatsanız bir eser var.
( Gustav Kilmt - Death & Life )
Yaşam kendini tekrar eden çeşitlilikte varlığını sürdürürken, ölümün sinsi yüzünü anlatan bu tabloda, aslında yaşamın ölüme galip geleceğine dair bir umudu müjdeliyor. Yine şanslıyım ki; tabloyu uzun uzun inceleme şansı buluyorum.
Korona günlerinde yaşam ve ölümün sayılardan ibaret olduğu bu günlerde, Klimt’in hemen bu yüzyılın ilk çeyreğinde İspanyol gribinden hayatını kaybettiğini not edelim.
Schile ve Kokoscka’nın eserlerine selam çaktıktan sonra, Rathaus önünde sıcak şarabımı ve orange punch’ımı keyifle yuvarlıyorum. Soğuk havada sanat ve şarap içimi ısıtıyor.
Viyana’da sanat biter mi? Asla. Sırada Schönbrunn Sarayı’nda yılbaşı konseri var. Şehrin ünlü tüm merkezlerinde klasik müzik konserleri var. Bunlardan birisi de Schönbrunn Sarayı’nda. Sarayın “Orangerie” salonundaki konser biletimi bir yıl önce almıştım.Biletler öyle çabuk tükeniyor ki. Canlı konser izlemek isteyenler siz siz olun aylar öncesinden mutlaka biletinizi alın.
Orta sıralardan izlediğim konser için ödediğim her kuruşa helal olsun.
Konser öncesi bir kadeh “Aperol Spiritz” beni Bach’a, Strauss’a, Beethovenn’a, Chopin’e hazırlıyor.
( Schönbrunn Sarayı - Orangerie Konser Salonu )
Unutulmaz bir yılbaşı konserinin sabahında soluğu bu kez Viyana Flarmoni Orkestrası’nın dünyada milyonlarca kişi tarafından naklen izlenen “Yılbaşı Konseri”ni izlemek için salonun önünde kurulan dev sahne önünde alıyorum.
Konser öncesi, salonun meşhur kafesinde nefis bir “Apfelstrudel” tavsiye ederim.
Yılbaşı konserinden sonra sırada, "Albertina Müzesi" var.
Bu kez sırada Chagall, Picasso, Dürer var. Birisi bana rüyada olduğumu söylesin.
( Picasso - Albertina Müzesi )
Klimt’in daveti ile gittiğim Viyana, bir “Öpücük”le hayatıma unutulmaz anlar kattı.
Sanatla kalın. Sağlıkla kalın.
Comments