Dostum Öğünç’le dört günlük Belgrad seyahatimize Perşembe sabahı başladık.
Erken saatlerde Belgrad’daydık. Hızlı bir pasaport kontrolünün ardından yola koyulduk. Tuna ve Sava nehrinin kıyısında kurulan bu harika şehir, hem vizesiz hem de ucuz olması nedeniyle Türklerin uğrak yerine dönmüş adeta.
Dil benzerliklerinin yanı sıra, ortak tarihi dönemler Belgrad’la Türkiye’yi son dönemde yaklaştırmış. Boşnak halkına uyguladıkları zulüm ve insanlık suçları nedeniyle Avrupa Birliği’nin yasaklı listesinde olan Sırbistan’ın bu güzel başkentinde 300 yıldan fazla süren Osmanlı hakimiyetinin izlerini görmek mümkün.
"Kalemegdan" bölgesi Osmanlı izlerinin en yoğun olduğu bölge.
Kaleyi karşınıza aldığınızda sol tarafında dev bir kaslı erkek heykeli Belgrad'ı selamlıyor. “Zafer Heykeli” bir elinde kılıç, bir elinde şahin olan dev bir heykel. Aynı zamanda kaslarının bütün ayrıntıları gözüken çıplak bir erkek vücudunu simgeliyor.
Hikayesi ilginç. Şahin gücü, zekayı simgeliyor. Kılıç savaşçılığı. Ancak kılıcın yere dönük olması barışçıllığa vurgu yapıyor. Zorunlu olmadıkça savaşmamayı anlatıyor. Heykel bir dönem çıplak olması nedeniyle tartışma konusu olmuş. Çareyi heykrli daha az görülsün diye Eski Belgrad'ın uzağına taşımışlar. Ama heykelden kaçış yok! Heykelin tam karşısına Yeni Belgrad kurulmuş. Yani Belgrad'ın en önemli sembollerinden birisini bugün herkes görüyor.
TİKA tarafından onarılan tarihi çeşmeler, Bayraklı Camii, Tuna ve Sava nehrine tepeden hakim olan Kalemegdan bölgesindeki tarihi kale Osmanlı izlerinin Belgrad’daki en önemli yansımaları.
Kalemegdan bölgesi ile başlayan kısa şehir turumuz, Knez Mihailova ( Prens Mihail ) Caddesi’ndeki sağlı sollu dizilen restoranlarda son buluyor. Sıcak havada, güzel bir yemeğe ve buz gibi bir biraya kim hayır diyebilir ki?
Knez Mihailova Caddesi şehrin kalbi adeta. Cumartesi ve Pazar günleri inanılmaz bir kalabalık caddede bir o yana bir bu yana gidiyor. Uzun boylu, güzeller güzeli kadınlar caddede salınıyor. Bize ise güzel havanın tadını çıkarmak kalıyor.
Caddenin kalbinde LCWaikiki’nin dev bir mağazası var. Halk Bankası, Simit Sarayı markaları Belgrad’da varlık gösteriyor.
Caddenin devamında "Moskova Otel" tarihi binasıyla size karşılıyor. Bahçesinde güzel tatlılar yenip, lobisi ziyaret edilebilir. Bu tarihi otel şehrin en önemli sembollerinden.
Belgrad’da Sırp dinarı para birimi. Bir ürünün üzerindeki fiyatı 20’ye böldüğünüzde TL karşılığını buluyorsunuz. Belgrad hem vizesiz hem ucuz. Türkler için iyi bir seçenek iken tabi ki son kur dalgalanmaları bu seçeneğin de elimizden uçup gitmesine sebep oldu.
Knez Mihailova’da yer alan AVM mimarisi ile cadde ile uyumlu ve modern. Alışveriş için tercih edilebilir.
"Cevapçiçi", Sırpların meşhur köftesi. Patates kızartması ile servis ediliyor. Porsiyonları oldukça büyük. Denemekte yarar var. Oldukça lezzetli.
Aklımızda Belgrad’ın en güzel restoranları var. Öğünç’ün benim hatırı sayılır göbeklerimizin hakkını vermemiz lazım.
İlk akşam Lorenzo & Kakalamba da rezervasyon yaptırıyoruz.
Büyüleyici dekor, harika yemekler ve tatlılar ( özellikle çikolata topu ) ile Tripadvisor’da bir numara olarak gösterilen "Lorenzo & Kakalamba" Belgrad’ın olmazsa olmazlarından.
Sonraki akşam "Saran" ( Şaran şeklinde okunuyor. ) Vedat Milör’ün favorisi enfes bir balık restoranı. Karakteri olan bir mekan. Şık garsonlar, harika jumbo karides, ahtapot ızgara, beyaz şarap…İnsan daha ne ister? Zaten masalarda Türklerin yoğunluğu var.
900 kilometre uzunluğu ile Avrupa’yı bir baştan bir başa kuşatan Tuna nehrinin kıyısındaki bu enfes şehirde tekne turu yapmadan olmaz. Gün batımında buz gibi bir cin tonikle Tuna’yı seyre dalıyorum. 10 euroluk tur bir buçuk saat keyifli zaman geçirmenizi sağlıyor.
Akşam yemeği için, tekneden iner inmez nehir kıyısında "El Toro", "Ambar" gibi sıra sıra restoranlardan birisini tercih etmek zorundayız.
Tercihimizi El Toro’dan yana kullanıyoruz. Nusret ayarında bir restoran El Toro. Harika steakleri var. Gün batımında doğru bir tercih.
Belgrad’da gittiğimiz her restorandan mutlu ayrıldık. Belgrad gurme turu düşünenler için kısa tatillerde doğru bir adres.
Yemeğimizin ardından taksiyle otelimize dönüyoruz.
Taksilerle ilgili küçük bir uyarı yapmadan olmaz. Eğer yolunuz Belgrad’a düşerse Pink veya Naxis yazan taksilere binin. Bu Belgrad’la ilgili verilebilecek en önemli tüyo. Onun dışındaki taksilere binmek slot makinesi oynamak gibi. Sakın unutmayın. Neymiş? Pink veya Naxis.
Son günümüzde dünya işlerini halledip din işlerine adım atıyoruz. Dünyanın telaşından uzaklaşıp Saint Sava Katedrali’ne uğruyoruz. Restorasyon sürecinde olan Katedral mimarisi ile Ayasofya’ya oldukça benziyor. Görkemli Katedralin alt katını gezdikten sonra yavaş yavaş havalimanına doğru ilerliyoruz.
Memleketten uzak geçirilen dört günün sonunda güzel anılarla Belgrad’a veda ediyoruz.
Bir başkentten bir başka başkente yaptığımız bu kısa seyahat ilaç gibi geliyor.
Efendim. Bir hafta sonunuzu Belgrad’a ayırınız. Özellikle yaz aylarında. Bırakın bildiğiniz yerlerde tatil yapmayı.
Osmanlı’nın üç kez kuşattığı ancak Kanuni’nin üçüncüsünde ele geçirdiği bu şehir oldukça keyifli.
Sizin Muhteşem Süleyman’dan ne eksiğiniz var?
Hem elinizde kılıç olmasına gerek yok. Tekerlekli valiz yeter.
Comments